29 Nisan 2011 Cuma

"yüzdüşüm"



Sevgili dost İbrahim Karaoğlu'nun "Yüzdüşüm" sergim için yazdığı katalog yazısı...








Düşleri Avunduran Resimler



İbrahim Karaoğlu

Kuşların,kadınların ve çiçeklerin dilinden
hangi imgeler karışırsa yaşantımıza,
onları biriktiriyor Funda.
Düşlerinden başka hiçbir şeyle yetinmeden;
ayrımlı bir zaman ve mekan duyusuyla,
kendine özgü bir biçemin arayışıyla üretiyor resimlerini.
İçsel dünyasından,sezgilerinden çıkan
başka bir dünyayı yansıtan tuvalleri;
şimdiye,geçmişe ve geleceğe açılan
sayısız pencereler gibi.
Duygu yoğunluğuyla örülü bir yaratıcılıkla kutsuyor
bu pencerelerden görülen dünyayı.
Yaşamın sıradan akışının yarattığı bunaltılardan
kaçış belki de bu.
Doğanın sessizliğini,dinginliğini,huzurunu biriktiriyor resimlerinde.
Kentlerdeki beton yığınlarının içine kıstırılmış ruhların
en yabancılaştığı yerdeki
sınırlı yaşantılara olan tutsaklığa
bir karşı duruş onunkisi.
Doğanın yitirilmiş güzelliklerine,
yaşam sevinçlerine bir çağrı sanki.
Modern hayatın yoksulluğundan;
sezgileriyle,duyularıyla
ve en yoğun düşleriyle arınma.
İnsancıl bir dünya arayışının düşsel köpükleriyle yüklü resimleri.
Bir çiçek saatinin içinden geçiyor
onun resimlerindeki zaman.
Ve kuşların,kadınların diliyle konuşuyor herşey.
Belleğindeki mahzende;
çiçeklerin,kuşların ve kadınların düşleri saklı.
İnce hüzünleri,küçük sevinçleri
ve ille de renklerin gizemli ışığını döküyor tuvallerine.
Bir masal dünyasının içinde
genişletiyor yaratıcılığının sınırlarını;
düşlerinden daha az olan hiçbir şeyle yetinmeden,
kendi sessizliğinde...

25 Şubat 2011 Cuma

T.C. Merkez Bankası Lira Dergisi - Ocak 2011

FUNDA İYCE TUNCEL
MASALLARIN, DÜŞLERİN, MAVİLERİN RESSAMI

Uzunca bir aradan sonra, tekrar merhaba sevgili Lira dostları. Yeni bir yılın tüm güzel düşünceleri, taptaze umutları, yeni başlangıçları ile sizleri içtenlikle, sevgiyle selamlıyorum. Bu sayıda tanıtmak istediğim sanatçı, Funda İyce Tuncel. Yazı başlığında söz ettiğim gibi, o masallarımızın, düşlerimizin, mavilerimizin ve kuşlarla simgeleştirdiği içsel yalnızlıklarımızın ressamı. Türk Resminin, genç-orta kuşak temsilcilerinden..

Kısa bir kimlik bilgisi ile söze başlayım dilerseniz. Funda İyce Tuncel, 1968 Ankara doğumlu ve Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fakültesi Resim-İş Bölümü'nden mezun. Sanatın evrensel yolculuğuna, onlu yaşlarda başlamış. Çocukluğun tüm masumluğu, enerjisi ve yaratıcılığı ile boyalara renklere vurmuş kendini. Koşmayı, saklambaçı, yakantopu, bebek evcilik oynamayı reddederek. Bütün ilgisini "renk, doğa, biçim" gibi henüz tam anlayamadığı kavramlara yönelterek.

Tükenmek, dinmek bilmez bir iştahla başlamış çizmeye, boyamaya. Onun mutluluğunun, var olma amacının en önemli sebebi, her ne olursa olsun, kayıtsız şartsız resim yapmak... Kendi ifadesi ile, " Hayat parantezim dolu olsun istiyorum. Soluk alıp verdiğim bu evrende parmak izlerim kalsın istiyorum. Öldüğümde bile, ruhum resim yapmalı. Değeri bilinsin ya da bilinmesin, sanatçı olmak, farklı olmak gibi bir derdim yok. Ben bu kaygılarla resim yapmıyorum. Üretmek ve  ürettiğimin bir başka mekanda, bir başka birini, bir başka şekilde etkilediğini bilmek düşüncesi beni çıldırtıyor. Sırf bu dürtüyle resim yapıyorum. Bir anlamda, boyaların fırçaların tuvalin başına geçtiğimde, içimdeki dürtü vahşileşiyor, dünya o anda benim için sadece, renk fırça tuval üçlüsünün içinde dönmeye başlıyor. Tasavvufdaki "vecd" hali gibi bir şey bu.

Bir tablom farklı bir mekanın duvarında asılı olduğunda, bende o mekanın bir ferdi oluyorum. Renklerimle parmaklarımla o alanın çekim gücüne giriyor ve çoğalıyorum. Evet ben resim yaparak çoğalıyorum."

Bu sözcükler gerçekten Funda İyce Tuncel'in ta kendisi. O sanatın, gizli narsizmini yaşıyor, tuvalinin efendisi olarak. Kendi dünyasını, kendi kahramanlarını yaratıyor. Bu kahramanlarının dünyasına kendisini kopyalıyor, kah bir güvercinin kırık kanadı oluyor, kah hamile bir kadının karnındaki doğmamış cenin, kah bir nehirin  kenarındaki yosunlu çakıl taşı...

Tuncel, aynı zamanda büyük gösterilerin içindeki,  performans çalışmalarının da bir sanatçısı. Bir performans gösterisinde, onu izleyen yüzlerce gözün takibinde, 3,4 metrelik devasa tuvallerin önünde, herhangi bir plan kurgu yapmaksızın, korkusuzca avını parçalamaya hazır bir dişi aslanın açlığıyla, tuvale ilk fırçanın darbesini vurduğunda transa geçiyor. Aynı Eski Roma'nın arenaları gibi. Bu kez roller değişik. Arenanın ortasında devasa tual, büyükçe bir öbek boya, fırçalar ve diğer gereçler, öte yanda Funda izleyen yüzlerce gözün hapsinde...

Acaba ne yapacak, nasıl başedecek, düşünceleriyle merakıyla izleyenler... Sanatçının  hedefine kitlenmiş hali;  bu aynı , avı parçalayıp yavrularına yiyecek götürme arzusunda  ki dişi aslanın ilk pençesi gibi. İlk  fırçanın sonrasında, tuval renkler biçim teslim oluyor onun bileklerine. Resim bittiğinde, o izleyenlerine  görsel bir tat sunmanın keyfiyle sarıp sarmalanmakta. İzleyicinin tepkisi, alkışı, şaşkınlığı onun  ödülü oluyor.  Evet, renkleri biçimleri , parçalayıp , masalların düşlerin yalnızlığın klığına sokup, izleyicisini doyuruyor.

Altını çizerek, taktir etmek gerekir ki, ülkemizde az rastlanan bu tür performans çalışmaları, son derece yorucu ve stresli işlerdir. Bir o kadarda yaşama meydan okumanın sanatsal yollarından biridir. Sanatçı o anda gelecek düşünmeden anı kaçırmadan yaşamanın, provasını yapmaktadır. Doğaçlama çalışarak, her şeyin her düşüncenin resmini yapar. Belli imgelere, nesnelere takılmak gibi bir problem yaşamaz.  Bize de bir öğüt vermektedir bilmeden. Demektedir ki, anı yaşayın, içinde bulunduğunuz an, yaşadığınız andır. Takılmayın belli düşüncelere hırsa, gelecek zaman olmayabilir, ziyan etmeyin hiç bir soluğunuzu  diyerek...  kimbilir? Büyük şair Ömer Hayyam'ın dizelerinde ki gibi, "Aldığın her soluğun kıymetini bil, ot değilsin bitmezsin..."

Sanatçı, kalabalığın içinde resim yaptığı anın mahremiyetini de yaşamakta sıkıntı çekmez. Buna şaşırmamak mümkün değil. Tuncel'in kendi  sözleriyle aktarmam gerekirse, " Bu benim görevim, insanlara resmi sevdirmek, sanatçının resmini üretirken, doğum anına tanıklık etmeleri, şaşkınlıkları ile mutlu oluyorum. Kesinlikle kendimi kanıtlamak gibi bir derdim yok. Kurguyu o an düşünmediğim için, ne istersem onu boyamaya başlıyorum. Bembeyaz devasa tuvallerim, fırçalarım  ben ve iç sesim. İşte o an akmaya başlıyorum. Ben bile bilmiyorum ne yaptığımı. Her şey kendiliğinden oluşmaya başlıyor. İçsesim bileklerime iniyor, nehir gibi suyun akışınca çağıldamaya başlıyorum. O bana bakan yüzlerce gözü, kalabalığı farketmiyorum bile. Çünki o anlarda yalnızlığımın, renklerimin nirvanasında dolaşıyorum.  Beni merakla izleyenlerin, ya da resmimin bulunduğu mekanların sahiplerine, görsel tatlarla ziyafet çekmeye çalışıyorum. Renklerimin çılgın oynaşları bu tatlardan gelmekte.  Resim yapmak benim için, bu dürtülerle eş değer. Aynı bir annenin, yeni doğmuş bebeğini emzirmesinden duyduğu mutluluk gibi. Burada önemli olan "doyurmak,doyum" gibi kavramlar."

Onun resimlerine yansıyanlar; çektiği başetmek zorunda kaldığı acıları, mutlulukları, tatları.  Esin kaynağı bunlar. Onlarca yılın yaşanmışlığı, birikimi, fırçası, rengiyle aynı potada eriyip, izleyiciye yansıması. Bunu yapmak için, o potada sanatçının, kendiside erimeli pişmeli. Tıpkı hayran olduğu,  Frida Kahlo gibi...

Gazi Üniversitesi'nin efsanevi hocası, Türk Resminin büyük ustalarından rahmetli Söbütay Özer'in bir sözü Tuncel'in resim serüveninin anahtarı mihenk taşı. Şöyle söylüyor Söbütay Hoca, " Bizim burada öğrettiğimiz temel sanat eğitimini alın, özümseyin, içselleştirin. Mezuniyetinizden sonra, kendiniz olun. Öğrendiklerinize saplanıp kalmayın. Aramaya devam edin. Sürekli arayın ve asla bulduğunuzu düşünmeyin"

Ne kadar haklı bir tespit değil mi?  Aynı, "bildiğim, hiç bir şeyi bilemediğimdir" diyen ozan gibi.
           
Funda İyce Tuncel, ilk öğretim yıllarında, yetişmeye başlarken " müfredata uygun resim yapmak" gibi bir zorlamayla karşılaşır. İçindeki protestocu hemen itirazı basar,öğretmenleri ile ters düşer. Bir küskünlük dönemine girer. Lise dönemindeki resim hocası Faruk Kral, bu küskünlüğü tekrar barışa dönüştürür. Oya Kınıklı, İhsan Çakıcı, Söbütay Özer gibi hocaları Tuncel'in resim serüveninde hep saygıyla, sevgiyle yüreğinde sakladığı sanatçılardır.

Sanatçının iki kızı, en güzel en renkli resimleridir. Cansu ve Fulya, Funda'nın yedi rengi, sarısı mavisi ve beyazı gibidir. Çocukları, resimlerinin ilham kaynaklarından biridir aynı zamanda.

Sanatçılar birlikte yaşadıkları insanların, ailelerinin, çocuklarının gözünde, sadece anne baba kardeş evlat ve eştir öncelikle. Funda İyce Tuncel de buna dahildir. Bu da kadın sanatçı olmanın ayrı bir zorluğunuda beraberinde getirir. Bütün bunlarla birlikte , sanatı bu denli özümsemek, içselleştirmek, Funda İyce Tuncel için çok zor olmamıştır.  O kapı açar gibi, ekmek alır gibi, seni seviyorum der gibi, günaydın der gibi, yapar resmini. Acılar içindeyken, mutluyken, hüzünlüyken hep aynı çıkış noktasını kullanır.  Renklere boyalara bulanır, debelenir ve sonuca ulaşır. Hayranı olduğu, Frida Kahlo gibi...

Aslında yaşamın kendiside bu değilmidir? Her ne olursa olsun, onurluca direnebilmek. Bu direnmenin içinde yine de meydan okuyabilmek. İşte sanat ve sanatçı bu yüzden çok farklı. Onların varlığıyla,  soluk alıp verebilmekteyiz. Bu kaosun içinde kulaklarımızın hoşlandığı bir sesle, türküyle şarkıyla. Gözlerimizin algıladığı renksel cümbüşle. Kısaca hayata ve sanata ilişkin ne varsa onunla...

Funda İyce Tuncel, 2011 yılında İtalya Floransa Bienalinde ülkemizi tanıtan sanatçılardan biri olacak. Onun yurt içi ve dışındaki kolleksiyonlarda sayısız eseri var. Ülkenin farklı şehirlerinde sergileri var. Onları burada tek tek yazmayacağım. Meraklısı, bilgiye ulaşmayı bilir, bilmeyenlerde öğrenir.

Sanatçıya, Lira okuyucuları ve kendim adına çok teşekkür ediyorum. Sanat ve sanatçılar iyi ki varlar, bu dünyaya, yaşamlarımıza anlam katıyorlar.  Onlarla hayat, daha bir güzelleşiyor. Daha kolay tahammül ediliyor çirkinliklere...

Tekrar çok teşekkürler, Funda İyce Tuncel, bizlerle resim serüvenini paylaştığın için. Ve başarılar Floransa için ve diğer sergilerin, performansların için...

                                                                                                                         HANDAN KAYAKÖKÜ
                                                                                                                            LİRA / OCAK 2011